Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

BERLİN (AA) - Almanya’da İsrail'in Refah kentinde yerlerinden edilen Filistinlilerin bulunduğu kampa düzenlediği saldırı protesto edildi.

Başkent Berlin’de binlerce kişi İsrail’in saldırısını protesto etmek için kentin sembol yerlerinden Alexanderplatz Meydanı'nda toplandı.

 

Filistin bayrakları ve üzerinde “Özgür Filistin”, “Ellerinizi Refah’tan çekin”, "Canavarı silahlandırmayı durdurun", “Tüm gözler Refah’ta", “İsrail’i silahlandırmayı durdurun” yazan dövizler taşıyan göstericiler, “Boykot İsrail”, “Netanyahu terörist”, “İsrail çocukları ve kadınları öldürüyor ”, “Soykırımı durdurun” şeklinde ve Alman hükümeti aleyhinde sloganlar attı.

Kur’an-ı Kerim’in okunduğu ve tekbir getirilen gösteride İsrail’in saldırılarının durdurulması istendi.

Gösterinin yapıldığı alanda Almanya Başbakanı Olaf Scholz, ABD Başkanı Joe Biden ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun maketleri yer aldı. Kanı temsilen elleri kırmızıya boyanan maketlerin çevresine temsili füzeler yerleştirildi.

 

Gösteriye katılan ve soy ismini vermek istemeyen Katja, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun Refah kentinde yerlerinden edilen Filistinlilerin bulunduğu kampa düzenlediği saldırının “dehşet verici” olduğunu belirterek, “Oraya bakmak istemiyorsunuz ancak bakmak zorundasınız. Bu o kadar gereksiz, anlamsız bir şiddet ki bitmemesi inanılmaz.” dedi.

Katja, Gazze'deki şiddet konusunda Alman hükümetinin "sağır ve kör" olduğunu dile getirdi.

Cassandra adlı gösterici de son 7 ayda en az 25 gösteriye katıldığını ifade ederek, “Dün gece Refah'ta bebeklerin kafaları kesildi ve tüm bunlar her şeyden önce Alman sessizliğiyle, Almanya'daki vergilerle finanse ediliyor.” diye konuştu.

 

Almanya’da İsrail'in saldırılarına karşı sessiz kalınmasını eleştiren Cassandra, “Almanya şu andan itibaren silah sağlamayı durdursa bile ki böyle bir şey olmayacak, Alman sessizliği 7 aydır bunu destekliyor. Bundan inanılmaz derecede utanıyorum. Hala sessiz olan arkadaşlar ve ailem için bile utanıyorum.” şeklinde konuştu.

Almanya’dan İsrail ile tüm askeri, ekonomik ve diplomatik ilişkileri hemen kesmesini isteyen Cassandra, Almanya’nın İsrail’e silah ambargosu uygulamasını, Filistin’i devlet olarak tanımasını, işgalin son bulmasını, tazminat ödenmesini ve Filistin’in yeniden inşasını talep etti.

 

BERLİN (AA) - Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, ABD Başkanı Joe Biden'ın "İsrail'in Refah'a geniş çaplı saldırıyla girmesi durumunda bu ülkeye silah göndermeyi durduracağını" açıklamasının ​​​​​​​ardından, Alman hükümetinin de bu konuyu istişare ettiğini söyledi.

Bir ziyaret kapsamında ABD'de bulunan Pistorius, Alman kamu yayıncısı ZDF'de katıldığı bir programda, "ABD Başkanı Joe Biden, Refah'ın işgal edilmesini yanlış bulduğu için İsrail'e mühimmat sağlamak istemiyor. Almanya'dan da benzer adımlar olacak mı?" şeklindeki soruyu yanıtladı. 

 

"Bu, şu anda istişare ediliyor. Buna henüz cevap veremem." ifadesini kullanan Pistorius, bu konudaki sorumluluğun öncelikle Almanya'nın başbakanlığı ve dışişleri bakanlığında olduğunu belirtti.

Pistorius, "Kapalı kapılar ardında elbette görüş alışverişinde bulunduk. Ancak kararları duyurmak benim rolüm değil." şeklinde konuştu.

"Amerikalıların adımını anlıyor musunuz?" sorusuna da Pistorius, "Evet, anlayabiliyorum." cevabını verdi.

 

ABD Başkanı Biden, CNN'e verdiği röportajda, İsrail'in Refah'a geniş çaplı saldırıyla girmesi durumunda bu ülkeye silah göndermeyi durduracağını söylemişti.

Biden, "Eğer Refah'a girerlerse, henüz (kapsamlı bir saldırıyla) girmediler, eğer girerlerse o zaman Refah'ta ve diğer şehirlerde kullanılan silahları göndermeyeceğimi açıkça belirttim." diye konuşmuştu.

 

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Gilad Erdan, İsrail haber kanalı Channel 12'ye yaptığı açıklamada, Biden'ın açıklamasının "sinir bozucu olduğunu ve hayal kırıklığı yarattığını" ifade etmişti.

Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Krefeld kentinde Belediye Başkanı Frank Meyer, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı Yunus Emre Camii’nde kurulan kütüphaneye destek verdi.

Krefeld Belediyesi, 1985 yılından beri hizmet veren camide, öğrencilerin, cemaatin ve ziyaretçilerin faydalanması için Almanca ve Türkçe eserlerden oluşan bir mini kütüphane kurulmasına katkı sundu.

 

DİTİB Yunus Emre Camii’nin düzenlediği hayır çarşısı etkinliğine katılan Belediye Başkanı Frank Meyer, destek verdiği kütüphaneyi ziyaret ederek, yöneticilerle bir süre sohbet etti.

Ziyaret sırasında konuşan Başkan Meyer, kütüphane kurma fikrinin cami yönetiminden geldiğini ve finansmanını belediyenin üstlendiğini belirtti.

 

Kütüphanenin camiye zenginlik kattığını ifade eden Meyer, “Öğrencilerin, gençlerin, cemaatin ve ziyaretçilerin faydalanması için oluşturulan kütüphaneye belediye olarak destek verdik. Belediye olarak kentimizde yürütülen eğitime ve kültür hizmetlerine katkı sunmaya çalışıyoruz, bunu bir sosyal sorumluluk olarak görüyoruz. Mini bir kütüphane olmasına rağmen ilimden bilime, dini kitaplardan diğer eserlere kadar zengin bir içeriğe sahip. Bu imkânı bize sundukları için cami yönetimine teşekkür ediyorum” diye konuştu.

Çocuklara ve gençlere yönelik eğitim faaliyetlerinde belediye olarak her zaman desteklerinin devam edeceğini belirten başkan Meyer, DİTİB camiasının eğitime ve gençliğe, özelliklede burs ve öğrenci evleriyle önemli bir hizmet verdiğini Başkan Cankur’dan öğrenmekten büyük memnuniyet duyduğunu sözlerine ekledi.

DİTİB Yunus Emre Camii dernek başkanı Adem Cankur da desteklerinden dolayı Belediye Başkanı Frank Meyer’e teşekkür etti. Cankur, “Eğitim, toplumun gelişmişlik düzeyi için çok önemli ve dinimizin ilk emri 'Oku' diyor. Bu sebeple, çocuklarımızı geleceğe ne kadar iyi hazırlarsak, boş zamanlarında insanlara ne kadar imkân sunarsak o kadar iyi verim alırız. Başkanımızın vermiş olduğu destek fevkalade önemlidir. Camimizde kurduğumuz kütüphaneye destek vermesi bizim için onur vericidir. Amacımız, cami cemaatini kitap okumaya teşvik etmek, yeni nesillere örnek olmak ve daha çok okuyan bir nesil yetişmesine katkı sunmaktır” dedi.

 

Eğitim alanında yapılan her yatırımın geleceğe atılmış çok kıymetli tohumlar olduğuna inandıklarını belirten başkan Cankur, bu kapsamda kütüphanelerini zenginleştirmek için çalıştıklarını söyledi. Şark köşesi şeklinde oluşturdukları kütüphanede 1500 kitabın bulunduğunu sözlerine ekledi.

Günün anısına “Krefeld Belediyesi tarafından kütüphaneye destek verilmiştir. Teşekkür ederiz” yazılı kütüphanenin tabelasını Krefeld Belediye Başkanı Frank Meyer ve DİTİB Yunus Emre Camii dernek başkanı Adem Cankur birlikte astılar.

 

Ayrıca, Krefeld Belediye Başkanı Frank Meyer,  belediye ile dernekler arasında yapılan bir protokole bağlı olarak camilerde her Cuma günü dışarıdan ezan okunmasına destek vermişti. Bu uygulama, 3 Mayıs itibariyle yürürlüğe girmiş ve kentte yaşayan Müslümanlar tarafından sevinçle karşılanmıştı.

 

 

„Grundsätzlich ist die Entscheidung begrüßenswert, da sie Investoren ermöglicht, über einen regulierten und transparenten ETF-Wrapper nun auch auf Ethereum zuzugreifen.

Während dies in der Kryptoszene entsprechend positiv aufgenommen werden wird, gibt es jedoch nicht ausschließlich Grund zur Freude.

 

Es ist nämlich festzuhalten, dass diese Anlageform weitgehend US-Investoren vorbehalten ist und bleiben wird. Zwar sind Spot-Krypto-ETFs an einigen europäischen Börsen handelbar; jedoch dürfen diese nicht in der Europäischen Union begeben werden. Wo diese zum Handel verfügbar sind, ist die jeweilige Emittentin außerhalb der EU ansässig, unterliegen somit also nicht der EU-Gesetzgebung und sind daher vom damit verbundenen Anlegerschutz ausgenommen.

 

Der Grund dafür ist die Richtlinie zur Koordinierung der Rechts- und Verwaltungsvorschriften in Bezug auf Organismen für gemeinsame Anlagen in Wertpapieren, besser bekannt unter der Kurzbezeichnung OGAW-Richtlinie.

Neben einer Reihe von Verpflichtungen im Zusammenhang mit der Anlagepolitik, dem Risikomanagement, der Transparenz oder auch der Verwahrung bestehen klare Anforderungen hinsichtlich der Diversifizierung.

Diese Richtlinie enthält Diversifizierungsregeln zur Einbeziehung von Indizes, in die Fonds wie ETFs investieren. Trotz zahlreicher Optionen für Mitgliedstaaten, bestimmte Ausnahmen gewähren zu können, sind diese jedoch alle an Bedingungen geknüpft und praktisch keine davon lässt ein unverhältnismäßiges Konzentrationsrisiko auf unbesicherter Basis zu.

 

Insofern stellt sich auch die Frage, wie der mit der Genehmigung durch eine Wertpapieraufsichtsbehörde einhergehende Schutz einzuschätzen ist. Dies ist keine Kritik am Projekt Ethereum, sondern eher die Frage, ob die Zulassung von Investmentfonds in Einzelwerte eine sinnvolle Maßnahme ist.

Natürlich bieten die jetzt zugelassenen ETFs die Möglichkeit, ein Engagement in Bitcoin oder Ethereum aufzubauen, ohne die Kryptowerte direkt halten zu müssen. Doch erstens hat es auch hierzulande schon früher Alternativen gegeben, wie etwa verbriefte Derivate auf BTC oder ETH. Zweitens ebnet die ETF-Zulassung den Weg dafür, dass sich große institutionelle Häuser nun auch im Vertrieb stark engagieren werden, dies hat der harte Gebührenwettbewerb unter großen US-Vermögensverwaltern in jüngster Vergangenheit bereits gezeigt.

Sollte dies in der Konsequenz dazu führen, dass sich Privatanleger mit einem eher konservativen Risikoprofil und dieser Wertpapierform nicht entsprechenden Anlagezielen verstärkt engagieren und starke Abschwungphasen nicht angemessen kompensieren können, wird die Wertpapieraufsicht ins Kreuzfeuer geraten.“

 

YTB tarafından Türkiye ile Belçika arasında imzalanan iş gücü anlaşmasının 60. yılı dolayısıyla hazırlanan “Kuşaktan Kuşağa: Belçika’daki Türk Diasporasının 60. Yılı Programı” Belçika’nın Heusden Zolder şehrinde büyük bir coşkuyla gerçekleştirildi.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Türkiye ile Belçika arasında 16 Temmuz 1964'te imzalanan iş gücü anlaşmasının 60. yılı dolayısıyla Belçika’nın Heusden Zolder şehrinde “Kuşaktan Kuşağa: Belçika’daki Türk Diasporasının 60. Yılı Programı” düzenledi. Programa Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Dış İlişkiler Başkanı ve İstanbul Milletvekili Zafer Sırakaya, Türkiye'nin Brüksel Büyükelçisi Bekir Uysal ve çok sayıda davetli katıldı.
Programın açılışında konuşan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, 60 yıl önce ellerinde tahta bavullarıyla gurbet yoluna düşenlerin ilk durağının Heusden-Zolder olduğunu hatırlattı. Belçika’nın alın teri dökmüş, zorluklara göğüs germiş, yıllarca vatan hasretiyle yoğrulmuş binlerce Türk işçisinin hikayeleriyle dolu olduğunu hatırlatan Göktaş, bu hikayelerden birinin sazıyla Belçika'ya gelen ilk Türk olan, maden işçisiyken şimdilerde Türk halk müziği eğitimi veren İsmail Erdoğdu'ya, bir diğerinin geçen ay hayatını kaybeden tercüman Yakup Yurt'a, bir diğerinin ise çiftçilik yaptıktan sonra Brüksel'de Türk marketi açan dedesi Hasan Malak'a ait olduğunu anlattı.
Hayatının dedesinin ve babasının marketinde kasalar arasında şekillendiğini aktaran Göktaş, “Alın terinin ve emeğin ne kadar kıymetli olduğunu daha küçük yaşlarımda hem okuyup hem çalışırken öğrendim. Kendi ülkemin değerlerini savunmayı ve hatta temsilcisi olmayı orada öğrendim. Büyük bir heyecanla siyaset dünyasında girdiğim seçimleri o markette insanlarla kurduğum iletişimle kazandım. Bugün Türkiye’nin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı sıfatıyla huzurunuzdaysam bunu ailemin varlığına ve desteğine borçluyum” dedi.
 
BELÇİKA'NIN EKONOMİSİNİN BÜYÜMESİ İÇİN DE ÖNEMLİ BİR DÖNÜM NOKTASI
60 yıl önce, Türkiye'den Brüksel’e göç edenlerin yeni bir hayat kurmak için umut ve cesaretle yola çıktıklarını belirten Göktaş, bu yolculuğun sadece kendi hayatları için değil, Belçika'nın ekonomisinin büyümesi için de önemli bir dönüm noktası olduğunu dile getirdi.
60 yıl önce işçi olarak Belçika’ya göç eden Türklerin girişimci, tüccar ya da sanayici olarak önemli yatırımlara imza attıklarına, karar mekanizmalarında yer alarak ülke siyaseti hakkında görüş bildirdiklerine, etkin roller üstlendiklerine dikkati çeken Göktaş, bunları yaparken de manevi değerlerini koruduklarını, milli kültürlerine bağlı kaldıklarını dile getirdi.
 
GÜÇLÜ DİASPORA, GÜÇLÜ TÜRKİYE ŞİARIYLA ÇALIŞIYORUZ
Programda konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren de dilini, kültürünü bilmedikleri bir ülkede zor şartlar altında çalışıp hem de değerlerini koruyarak geçimlerini sağlamak için çalışan Türklerin, aralarından Bakan Göktaş gibi onlarca önemli figür ortaya çıkarmasının bir başarı hikayesi olduğunu belirtti.
Belçika'da halihazırda iş insanı, akademisyen, bürokrat olan, özellikle erken dönemde gelerek cami ve kültür dernekleri kuran, sosyal faaliyetlere katılan 350 binin üzerinde nüfuslu bir Türk toplumu varlığının bulunduğunu ifade eden Eren, her birinin Türkiye Cumhuriyeti için ana vatanda yaşayan vatandaşlar kadar değerli olduğunu vurguladı.
Eren, YTB'nin tek hedefinin yurt dışında yaşayan vatandaşların hizmetini görmek, onların Türkiye ile bağlarının devamını sağlamak olduğunu belirtti ve “Güçlü diaspora, güçlü Türkiye" şiarıyla çalıştıklarını vurguladı.
 
SİYASET, EKONOMİ, KÜLTÜR, SPOR, SANAT ALANLARINDA DAHA ETKİN
Programda konuşan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Dış İlişkiler Başkanı ve İstanbul Milletvekili Zafer Sırakaya da Avrupa'daki varlık mücadelesini "büyük bir başarı hikayesi" olarak tanımladı. Türk toplumunun işçi konumunda olan nesilden, hayatın her alanında var olan, istihdam sağlayan, iş üreten, katma değer oluşturan bir toplum haline geldiğine dikkat çeken Sırakaya, Türklerin Avrupa'da hem siyaset hem de ekonomi, kültür, spor, sanat alanlarında daha etkin olması gerektiğini vurguladı.
Sırakaya konuşmasında Türk sivil toplum kuruluşlarına, YTB Başkanı Abdullah Eren'e ve yurt dışında yaşayan vatandaşlara bakışı tümüyle değiştirerek kıymet veren, oy kullanma ve temsil gibi haklar tanıyan, YTB, TİKA, Maarif, Yunus Emre Enstitüsü gibi başkanlıklarla hizmet veren bir anlayışı getirdiği için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkürlerini iletti.
 
TÜRKLERİN HİKAYESİ, “EN İYİ UYUM ÖRNEĞİ”
Türkiye'nin Brüksel Büyükelçisi Bekir Uysal doktor, avukat, akademisyen, mühendis, iş insanı konumuna gelen Türk vatandaşlarının çalışmalarının gurur verici olduğuna dikkat çekerek, “Dillerini bilmeden geldikleri ülkede canla başla zor işlerde çalışarak bugünkü konumlarına ulaşmaları takdire şayandır. Birinci nesil vatandaşların gösterdiği azim, çaba ve sabır çok kıymetli.  Bu özellikler sayesinde Türklerin hikayesi, ‘en iyi uyum örneği’ olarak tarihe geçti” dedi.
Etkinliğin sonunda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Göktaş, göç eden birinci nesil adına Aziz Gel'e, 4. nesil adına da Büşranur Yüksel'e çiçek takdim etti.
Programda, halk müziği sanatçısı Kubat'ın saz sanatçısı babası, Belçika'ya ilk nesil göçmenlerden merhum Necati Kubat ve sivil toplum önderi merhum Sedat Kaya adına akrabalarına plaket takdim edildi.
Programda Türk toplumuna yardımları vesilesiyle Belçikalı Tina de Gendt ve Dr. Ri de Ridder'e, ilk nesil Türk göçmen eşi vesilesiyle Müslüman olan "Güler" lakaplı Ghislaine Marie Ernestine'e, etkinlik için mekân sağlayan ikinci nesil göçmenlerden iş insanı Tamer Cankurtaranoğlu ve eşi Nilgün Cankurtaranoğlu’na da plaket verildi.
 
Barış Manço'nun eşi Lale Manço ve oğlu Batıkan Manço da etkinliğe katıldı.Lale Manço, yaptığı konuşmada, merhum eşinin Türkiye ve Belçika'nın ortak değeri ve kültür elçisi olduğunu ve burada bulunmanın ailesi adına büyük bir onur olduğunu söyledi. YTB Başkanı Eren, Lale Manço'ya plaket takdim etti.

 

 

 

 

Wer den Namen Bernhard Schlereth hört, denkt automatisch an die BR-Sendung „Fastnacht in Franken“, deren Gesicht der langjährige Präsident des Fastnachtsverbandes Franken war. Schlereth ist aber auch für die SPD im Würzburger Kreistag engagiert und er setzt sich als ehrenamtlicher Mitarbeiter der Kirchenstiftung tatkräftig für die Sanierung des Würzburger Käppele ein. Für sein Engagement im Fasching und in allen anderen Bereichen hat er u.a. den Frankenwürfel, das Bundesverdienstkreuz am Bande, den Bayerischen Verdienstorden und den Kulturpreis des Bezirks Unterfranken erhalten. Nun kam die Medaille des Oberbürgermeisters der Stadt Würzburg hinzu.

Oberbürgermeister Christian Schuchardt überreichte sie Schlereth in einer kleinen Feierstunde im Wenzelsaal des Würzburger Rathauses: „Es ist Ihre Zugewandtheit zu den Menschen, Ihr Wunsch, den Menschen eine Freude zu bereiten – das macht Sie aus“, führte Christian Schuchardt aus. Mit Humor aber auch Ernsthaftigkeit und einer Prise Hartnäckigkeit fahre Schlereth herausragende Erfolge ein, wie die großartige Leistung, die Sanierung des Käppele auf sichere Füße zu stellen. „Sie waren und sind bei dieser aufwändigen Innensanierung unseres Käppele Berater, Netzwerker, Schrittmacher, Verhandlungspartner und Kämpfer mit Herzblut in Personalunion.“ Auch die Stadt Würzburg beteiligt sich finanziell an der Sanierung des christlichen Wahrzeichens über der Stadt. Die Gesamtkosten für die Sanierung liegen bei rund sechs Millionen Euro.

 

Nürnberg’in kardeş şehri Antalya Valisi Hulusi Şahin, dünyanın en büyük turizm destinasyonlardan biri olan Antalya’nın nen fazla turist ağırlayan kentlerden biri olduğunu belirtirken, bu hedefin 20 milyon turist çekmek olduğunu söyledi.
ŞAHİN, “Antalya’ya 2023 yılında dışarıdan gelen yabancı turist sayısı 17 milyonu geçti. Bu sene hedefimiz 20 milyon turist. Dünyadan gelen turist sayısı itibariyle Türkiye ilk 5’te. Geçen yıl Türkiye için turizm geliri 56 milyardı ve bu sene 60 milyar olarak hedefliyoruz. Türkiye, turizm gelirinin üçte birini Antalya’dan sağlıyor” dedi.


ANTALYA ALMANLARIN İKİNCİ VATANI

Yaklaşık bir yıldır Antalya Valisi olarak görev yapan Hulusi Şahin, “Almanya-Türkiye ilişkileri tarihe dayanır. Beraber omuz omuza cepheye gittiğimiz Alman dostlarımızın ihtiyaç duyduğu dönemde iş gücü olarak Almanya’ya geldik. Türkiye’nin turizmden ticarete, ihracattan, ithalata kadar en büyük partneri Almanya olmuştur. Türk toplumu Almanya’da kalmaya devam ederken, Alman kardeşlerimiz de ikinci vatanı olarak gördüğü Antalya’da tatil yapıyor. Almanya ile Türkiye birbirinden vazgeçemez. Alman ve Türk toplumu et ile tırnak gibi birbirine iç içe geçmiş durumda. İki ülke arasında tarihe dayanan ilişkilerimiz daha da ileriye gidecek” diyerek, iki ülke ve iki kardeş kentin kardeşliğinin önemini vurguladı.


ARKANIZDA 80 MİLYONLUK TÜRKİYE VAR
Vali Şahin, “Dünyanın en önemli turizm kenti Antalya’nın valisi olarak gurbetçilerimizle gurur duyuyoruz. Buradaki vatandaşlarımız, bizim bayrağımızın taşıyıcılarıdır. Türkiye’nin değerlerini burada taşıma anlamında çok değerli ve Türkiye’deki kardeşlerinin buradaki gözü kulağıdır. Buradaki vatandaşlarımızın arkasında 80 milyonu aşkın nüfusuyla Türkiye devleti ve 150 milyon civarında koca bir Türk dünyası var. Bizler tarihler boyunca adaleti temsil eden, adalet için uğraşan, haksızlığa tahammülü olmayan, mazlumdan yana olan bir milletiz. Burada sokaklarda yürürken, zorla kapıdan bacadan bu ülkeye girmediğimizi, özel davet üzerine geldiğimiz unutmadan gururla yürüyün” açıklamasında da bulundu.

İlhan BABA - NÜRNBERG

 

 

 

 

 

 

Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.

Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.

Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.

 

Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.

 

 

Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.

 

 

Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.

Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.

 

Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.

 

Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.

 

Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur. 

 

Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı,  şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.

 

Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir  devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!

Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

 

 

Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.

Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.

Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.

 

Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.

 

 

Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.

 

 

Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.

Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.

 

Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.

 

Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.

 

Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur. 

 

Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı,  şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.

 

Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir  devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!

Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

 

 

 

Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.

Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.

Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.

 

Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.

 

 

Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.

 

 

Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.

Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.

 

Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.

 

Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.

 

Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur. 

 

Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı,  şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.

 

Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir  devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!

Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili