Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Almanya'daki Türk toplumu için meneviyat, yaşamın temel unsuru kabul edilir. Bu kavram, maddi dünyanın ötesinde var olan ve insanın ruhsal boyutunu şekillendiren derin bir anlam taşır. Almanya'daki Türkler için meneviyat, yaşamlarına anlam katan ve içsel denge ile huzur sağlayan bir kaynak olarak görülür. 1960'larda Anadolu' nun dört bir yanından gelen Türkler için meneviyat, maddi kazanımların ötesinde var olan ruhsal ve duygusal zenginliği keşfetme ve geliştirme yolculuğudur.

 

Maneviyatın Almanya Türkleri için önemi, bireylerin kendi iç dünyalarını keşfetmelerine, kişisel değerlerini ve inançlarını anlamalarına ve yaşamlarında tutarlı bir şekilde hareket etmelerine imkan sağlar. Bu yazıda, Almanya'daki Türk toplumunun manevi değerlere olan bağlılığını, kültür ve geleneklerinden taviz vermeden yaşamalarını anlamaya çalışacağız. Manevi değerlerin insanların yaşamlarındaki etkilerini anlayabilmek için sayıları 3 milyonu aşan insanımızı yakından tanıyarak sosyo-kültürel yaşamlarını anlamlandırmaya çalışacağız.

 

Maddi kazanımlar ve başarılar elbette önemlidir, ancak insanın ruhsal ve duygusal zenginliği daha da önemlidir. Almanya'daki Türkler için manevi yat, bu içsel zenginliği keşfetme ve geliştirme sürecinde kılavuzluk eder. Kişinin kendi değerleri, inançları ve ruhsal deneyimleriyle bağlantı kurması, derin bir öz bilinç ve içsel huzurun temelini oluşturur. Bu, bireylerin kendilerini daha derinlemesine anlamalarına ve yaşamlarında daha büyük bir anlam bulmalarına olanak tanır.

Almanya'daki Türk toplumunun manevi değerlerinin önemi, kişisel ilişkilerinde ve toplumsal bağlarında da kendini gösterir. Empati, merhamet ve sevgi gibi manevi değerler, Almanya'daki Türklerin birbirleriyle sağlıklı ve anlamlı bağlar kurmalarına yardımcı olur. Toplumda manevi değerlerin vurgulan ması, dayanışma ve toplumsal uyumun güçlenmesine katkı sağlar. Alman komşularla kuru lan ilişkilerde derin maneviyat önem arz eder.

 

Maneviyatın Alman ya'daki Türk toplumu için önemi, yaşamın zorluklarıyla başa çıkma yeteneklerini de güçlendirir. Maneviyat, içsel bir güç ve direnç kaynağı oluşturarak bireylerin stresle daha etkili bir şekilde başa çıkmalarını sağlar. Bu durum, bireylerin ruhsal sağlığını ve genel refahlarını artırır.

 

Ayrıca, meneviyat Almanya'daki Türk toplumunun yaşamında daha büyük bir amaca doğru ilerlemelerine yardımcı olabilir. Bireyler, manevi değerlerini keşfettikçe, kendi yaşamlarının ve toplumun bir parçası olduklarını daha derinden kavrayabilirler. Bu, bireyle rin daha büyük bir amaca hizmet etme arzusunu artırabilir ve toplumda olumlu bir değişim yaratma çabalarını destekleyebilir.

 

Almanya'daki Türk toplumu için meneviyat, yaşamların da derin ve önemli bir role sahiptir. Fiziksel dünyanın ötesinde var olan bu manevi boyut, Almanya'daki Türklerin ruhsal ve duygusal sağlığını güçlendirir. İç huzur bulmalarına, ilişkilerini güçlendirmelerine, zorluklarla başa çıkmalarına ve daha büyük bir amaca doğru ilerlemelerine yardımcı olur. Almanya'daki sayısı ve önemi giderek artan Türk topluluğunun manevi değerlere önem verip bunu yaşam tarzlarına uygulamaları önem taşımaktadır. Maneviyat Almanya'daki Türk toplumunun yaşamında daha büyük bir amaç arayışında rehberlik eder. Tüm bu nedenlerden ötürü, Almanya'daki Türk toplumunun meneviyatı önemsemesi ve ona değer vermesi hayati öneme sahiptir. Maneviyat, insanların ruhsal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılar, toplumsal ilişkileri güçlendirir, kriz zamanlarında dayanıklılığı artırır ve insanları daha büyük bir amacın peşinde ilerlemeye teşvik eder. Bu nedenle, meneviyatın yaşamın her alanında daha fazla yer bulması ve önem kazanması daha da önemli hale gelmektedir.    

 

Veyis Güngör’ü 35 yıl önce tanıdım. O yıllarda her okuduğum gazetenin Hollanda haberlerinde onun ismi veya aktivitelerinden bahsedilir di. Gülmeyin ama, ben Veyis’in kültürel faaliyetlerinden kendisini büyükelçilik görevlisi ve devletten desteği ile bu kadar faaliyeti yapa bildiğini düşünüyordum. Çünkü yağlı güreşten mehter takımının Amsterdam caddelerinde yürümesine, Hollanda Türkleri’nin sosyolojik geçmişinden kültürel kodlarının araştırılmasına, hatta Avrupa genelindeki Türkçe ya-yınların biraraya getirilmesine kadar her yerde bu kara kuru Konyalı delikanlının ismi geçerdi. Kısacası, hemen her güzel işte Veyis Güngör ismi etiketli olurdu Hollanda ile ilgili haberlerde.

 

Veyis ile zor dönemden darbe yiyen bir devrin kadersiz, ama kaybolmayan çocuklarıyız. 3 hafta ara ile o Hollanda’ya, ben de Almanya’ya gelmişim. Bunaltıcı siyasi havanın patlamaya hazır darbesi kütülemeden Türkiye'den ayrılmıştık. Bir şehirden diğerine gitmeyi bırakın, evimizin önündeki sokağa çıkılamayan bir dönemdi 1980 yazı. Konya Akören’den Hollanda’ya gelen ve Amsterdam Türkleri’nin sayısız kültürel faaliyetinde Veyis Güngör imzası olduğu için onu tanımaya adeta mecburdum.

 

IKG Kütüphanesi'nin rafları Veyis Güngör’ün kitapları ile dolu. Hollanda Türkleri'nin kültürel çeşitliliğinden eğitim sorunlarına kadar yaşadığı zorluklar ve  prob- lemleri merkeze koyarak çözüm önerileri geliştirilmiş. Bilim insanları ile Türkler adına tarihe  not düşen çalışma lar yapılmış. Sessizliğe bürünüp birkaç ay susunca, Veyis kesin likle bir konuyu hedefe koyup, bir eserin hazırlığı için notlar arasında kaybolduğu na inanırım. Çünkü, milletin derdi ile dertlenip yaraya parmak basmak cesareti ile samimi tartışma ortamlarını hayata geçiren bir kişilik, kimlik ve samimiyet sahibidir o.

 

Hollandalı Müslümanlar ile diyalog kuran, kendi kültürel kodlarından kopmayan Türk en-telektüellerini bir araya toplayıp beyin fırtınaları yapıp, sonuç belgeleri ile devasa bilgileri devrin yetkililerinin önüne koyan Veyis Güngör, vatan, millet ve devlet meselelerine ayırdığı zamanı kendi ailesine ayıramadığına inanıyorum.

 

Aynı dönemin aynı yaşlardaki nesli olduğumuz için Veyis Güngör’ü anlayabiliyorum ama yetişmem mümkün değil. Karşım daki rafta "Bizimkilerin Pedagojisi: Göç, Kültür, Kimlik ve Hollandalı Türkler", "Hollanda'da Mevla na ve Konya Öğretisi", "Siyasi Katılım ve Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler" adlı çalışmaları en çok başvurduğumuz kitaplardır. ‘Hollanda UETD’nin Altın Yılları’ adlı eserdeki faaliyetleri ülkedeki eğitim ateşelerinin bırakın yapmayı, düşünebildiklerini bile sanmıyorum. Ancak iyi niyetli ve hayata gerçekçi bakan devlet görevlileri ise, samimiyetini fark ettikleri Veyis Güngör’e en azından  köstek olmayı düşünmediklerine inanıyorum. Türk gençlerinin kişilik - kimlik sorunu yaşadığı Hollanda'da hayata gerçekçi ve bilimsel bakan Veyis Güngör’e ümit ediyorum ki moral vermişlerdir.

 

1990 yılında Hollanda Akademisyenler Birliği Vakfını kurduğunda etrafındaki inanmış arka daş grubu ile başlattığı beyin fırtınaları ile Türk aydınları da bu ortamlara çekmeyi başardı. Veyis Güngör, sorunlara çözüm aranan paltformların  süslü salonların pahalı kürsüleri  değil, kitap lar arasındaki soluk ışıkların altındaki Amsterdam Türkevi masaları olduğuna işaret ediyordu. Yolu Hollanda’dan geçenle rin bir çoğu önemli  akademisyen veya ülkenin çok uzaklardaki diplomatları olarak görev yapıyorlar. Amsterdam akşamlarında Veyis’in Türkevi çay sobetlerine katılıp arkadaşlık halkasında yer alanlar hayata milli gözle bakmaya devam ediyorlar.

 

Bizim nesile kayıp çocuklar dense de hamuru sağlam olanlar kaybolmuyor. Mevlana’yı Hollanda ile tanıştırarak Hollanda Türk- leri ile ilk bilimsel araştırmaları yapmak Veyis Güngör’e nasip oluyorsa, bu sadece çalışkanlık olarak açıklanamaz. Hayata milli bakışı ve milletine sevdasıyla tanıdığım Veyis Güngör’ün, Türkiye-Hollanda arasında sadece yenileri değil, yaşanmış bir tarihi de çoktan tasnif etmeye başladığına inanıyorum. Hollanda Türkleri için çok şey yapan Veyis Güngör, Türklerin 60 yıllık göç tarihini de mutlaka yazmalıdır. Çünkü bu iş, sadece Veyis Güngör’e yakışır.

 

Türkiye, son yıllarda ekonomik açıdan önemli bir dönüşüm ve yükseliş süreci yaşamaktadır. Bu yükseliş, ülkenin stratejik konumu, genç nüfusu, çeşitlendirilmiş ekonomisi ve reformist politikalarıyla desteklenmektedir. Türkiye'nin ekonomik potansiyelini artıran birçok faktör bulunmaktadır.

 

Öncelikle, Türkiye'nin stratejik konumu, ekonomik büyüme için önemli bir avantaj sağlamaktadır. Hem Avrupa hem de Asya pazarlarına yakınlığı, ülkeyi lojistik açıdan avantajlı kılmaktadır. Bu durum, dış ticaretin artmasına ve uluslararası yatırımların çekilmesine olanak tanımaktadır. Özellikle son dönemde yapılan altyapı yatırımları ve lojistik ağın geliştirilmesi, Türkiye'yi ticaretin merkezi haline getirmektedir.

 

Bununla birlikte, Türkiye'nin genç ve dinamik nüfusu da ekonomik büyümeyi desteklemektedir. Genç işgücü potansiyeli, yenilikçi fikirlerin ortaya çıkmasını ve teknolojik gelişmelerin hızlanmasını sağlamaktadır. Bu da üretkenliği artırarak ekonomik büyümeye olumlu katkı sağlamaktadır. Ancak, genç işsizlik oranlarının düşürülmesi ve nitelikli işgücünün artırılması için daha fazla eğitim ve istihdam politikalarına odaklanılması gerekmektedir.

 

Türkiye'nin ekonomik çeşitliliği de dikkate değer bir faktördür. Tarım, sanayi, hizmetler ve teknoloji gibi çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren bir ekonomi, dış şoklara karşı dirençli olabilir. Son yıllarda yapılan reformlar ve teşviklerle birlikte Türkiye, özellikle teknoloji ve yenilik odaklı sektörlerdeki büyümeyi desteklemekte ve uluslararası rekabet gücünü artırmaktadır. Yüksek teknolojiye dayalı üretim ve Ar-Ge yatırımları nın teşvik edilmesi, Türkiye'nin ekonomik yükselişini sürdürülebilir kılmak açısından önemlidir.

 

Türkiye'nin ekonomik yükselişindeki bir diğer önemli unsur da hükümetin reformist politikalarıdır. Ekonomik istikrarın sağlanması, iş dünyasının desteklenmesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi ve bürokrasinin azaltılması gibi alanlarda yapılan reformlar, ekonomik büyümeyi desteklemektedir. Ayrıca, uluslararası ilişkilerdeki güçlü diplomasi ve ticari anlaşmalar da Türkiye'nin ekonomik büyümesine katkı sağlamaktadır. Özellikle son yıllarda yapılan serbest ticaret anlaşmaları ve yatırım teşvikleri, Türkiye'nin uluslararası piyasalarda rekabet gücünü artırmaktadır.

 

Ancak, Türkiye'nin ekonomik yükselişi önemli zorluklarla da karşı karşıyadır. Enflasyon, işsizlik ve dış ticaret açığı gibi ekonomik sorunlar hala varlığını sürdürmektedir. Bu sorunların üstesinden gelmek için daha fazla yapısal reform ve ekonomik istikrarın sağlanması gerekmektedir. Özellikle enflasyonla mücadele, işsizlik oranlarının düşürülmesi ve dış ticaret dengesinin iyileştirilmesi için etkili politikaların uygulanması önemlidir.

 

Sonuç olarak, Türkiye'nin ekonomik yükselişi, ülkenin stratejik avantajları, genç nüfusu, çeşitlendirilmiş ekonomisi ve reformist politikalarıyla desteklenmektedir. Ancak, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini sağlamak için yapısal reformlara ve ekonomik istikrara olan ihtiyaç önemlidir. Türkiye'nin gelecekte ki başarısı, bu zorluklarla etkin bir şekilde başa çıkabilmesine bağlı olacaktır.

 

Almanya, Avrupa'nın ekonomik motoru olarak uzun süredir istikrarlı büyüme ve güçlü bir endüstriyel altyapı ile tanınıyor. Ancak, son yıllarda küresel ekonomik dengelerdeki değişiklikler, teknolojik gelişme ler ve pandeminin etkileri, Almanya'nın ekonomik tahminlerini yeniden ve daha dikkatli bir şekilde değerlendirmeyi gerektiriyor.

 

2024'e girerken, Almanya'nın ekonomik görünümü çeşitli faktörlerin etkisi altında şekilleniyor. İlk olarak, pandeminin ekonomi üzerindeki etkileri hala hissediliyor. Aşılama programları ve ekonomik teşviklerle birlikte, Almanya'nın toparlanma sürecinde olduğu görülüyor. İşsizlik oranlarında azalma ve tüketimde artış gibi göstergeler, ekonominin yeniden canlanma eğiliminde olduğunu gösteriyor.

 

Almanya'nın ihracatına gelin ce, küresel ticaretteki belirsizlik ler ve ticaret savaşları gibi faktörler nedeniyle zorlu bir dönemden geçiyor. Ancak, Almanya'nın endüstriyel gücü ve teknolojik liderli ği, ihracatın istikrarlı bir şekilde büyümeye devam etmesini sağlıyor. Özellikle, dijitalleşme ve yeşil teknolojilere yapılan yatırımların ihracat potan siyelini artırması bekleniyor.

2024'te Almanya'nın ekonomik dönüşümünde belirleyici faktörlerden biri de sürdürülebilirlik olacak. İklim değişikliği ile mücadele ve yeşil ekonomiye geçiş, Almanya' nın öncelikli hedefleri arasında yer alıyor. Bu bağlamda, Almanya'nın enerji dönüşümü ve sürdürülebilir altyapı projelerine yönelik yatırımları artması bekleniyor. Yeşil teknolojiler, yenilenebilir enerji ve çevre dostu üretim süreçleri, Almanya'nın ekonomik büyümesini destekleyecek ve uluslararası rekabet gücünü artıracak.

 

2024 ekonomik tahminlerinde bir diğer önemli konu da demografik değişimlerdir. Yaşlanan nüfus ve işgücü piyasasındaki değişimler, ekonomik politika yapıcıları için yeni zorluklar ortaya çıkarıyor. Bu bağlamda, göç politikaları ve işgücü piyasasının esnekliği gibi konuların ekonomik büyümeyi destekleye cek şekilde ele alınması gerekiyor.

 

Almanya'nın ekonomik geleceğine dair iyimserlik, Ar-Ge yatırımları ve yenilikçilikle de destek leniyor. Yüksek teknolojiye dayalı endüstrilerdeki lider konumu, Almanya'nın rekabet gücünü artırıyor ve ekonomiyi geleceğe taşıyan bir güç haline getiriyor. Almanya ekonomisi elbette bu badireden çıkacaktır, ancak bu sancılı dönemde mali bünyesi sağlıklı olmayan birçok şirketin yeni dönemde ya el değiştireceğini ya da elde çeşitli dönüşümler yaşayacağını şimdiden söylemek mümkündür. Ekonominin belli kaidelerin den belli sayıdaki şirketler belirli şekillerde etkilenebilirler. Bu kaçınılmaz gerçeği kimlerin yaşayacağını ise birkaç yıl içinde göreceğiz.

 

2024 ekonomik tahminleri, toparlanma sürecinin yanı sıra yeniden inşa ve dönüşümün de önemli bir parçasını oluşturuyor. Pandeminin etkileriyle mücadele, teknolojik dönüşüm, sürdürülebilirlik ve demografik değişimler, Almanya'nın önündeki ana gündem maddelerini oluşturuyor. Zorluklar la başa çıkma ve ekonomik büyümeyi sürdürme konusundaki başarısı, Almanya' nın küresel ekonomideki rolünü belirleyecek önem li bir faktör olacak.

 

Avrupa nereye koşuyor?

 

Türkiye 31 Mart 2024’te muhalefetin ezici bir başarı elde ettiği mahalli seçimlere yoğunlaşmışken, Avrupa Birliği (AB) 4-6 Haziran tarihlerinde yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine odaklan mış görünüyor. 400 milyon civarındaki seçmen bir anlamda geleceklerini oylayacaklar. Avrupa’nın cebelleşmekte oldu ğu bir hayli problemin varlığı, bu seçimleri öncekilerden daha ehemmiyetli hale getiriyor.

 

Ukrayna – Rusya savaşının en büyük zararı Avrupa’ya verdiği biliniyor. Avrupa’da barış ancak Rusya ile sıcak ilişkilere bağlı iken Rusya’nın açık düşman haline gelişinin ödeteceği faturanın ne kadar yüksek çıkacağını henüz tahmin etmek güç görünüyor. ABD ile ilişkilerde yaşanan eşit olmayan partnerlik durumu hem savunma hem de ekonomik anlamda Avrupa’yı gittikçe daha fazla sıkıştırıyor, bu da siyaseti strese sokuyor. Silahlanmadaki yükselme ve savunma bütçelerindeki devasa artışlar büyük savaşın ardından uzun süre bir barış adası görünümü veren kıtayı ciddi şekilde tehdit etmekte. İsrail’in Filistin’deki katliamlarına karşı bilhassa büyük Avrupa devletlerinin takındığı saldırganı koruyup destekleyen tutumlar, barışçıl görüntünün ne kadar çabuk değişebileceğini ortaya koyuyor.

 

Tüm bu hususların AP seçimlerini doğrudan etkileyeceği biliniyor. Ancak Avrupalıların tercihlerini belirlemedeki en önemli etken sürmekte olan mülteci meselesidir. Kıtanın dış ilişkileri kadar iç işlerindeki gelişmeleri de daha ziyade bu husustaki tartışmalar yönlendiriyor. Mülteci meselesini sürekli halkın gündeminde tutanlar ise her ülkede gittikçe yükselen, bazı ülkelerde iktidar, bazı ülkelerde iktidar ortağı, bazı ülkelerde iktidar adayı konumundaki aşırı sağ partilerdir. Avrupa’nın siyasette ana eksenini oluşturan Hıristiyan Demokrat ve Sosyal Demokrat partilerin yıllardır süren çözüm üretemez halleri bu akımların sürekli yükselişlerindeki en büyük etkendir.

AP, şimdiki haliyle bile AB’nin ortak bir parlamentosundan ziyade, belli ülkelerin sırf kendi milli menfaat ve hedeflerinin kavgasını verdikleri bir arena görünümünde. Hali hazırda parlamentoyu ayakta tutan Hıristiyan Demokrat – Sosyal Demokrat iş birliğinin ne kadar daha süreceğini kestirmek kolay görünmüyor. Üstüne üstlük Hıristiyan Demokratların giderek aşırı sağ gruplara daha çok yaklaştıkları, dayanışma içerisine girdikleri bir sır değil.

 

AB’nin geneline bakıldığında önümüzdeki seçimlerde parlamentoya Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Macaristan, Polonya, Avusturya, Çekya ve Slovenya’nın çok sayıda aşırı sağcı temsilci göndereceği tahmin ediliyor. Kamuoyu yoklamaları en kalabalık grup olamasalar da Almanya, İspanya, Portekiz, Romanya, Finlandiya, İsveç, Letonya, Estonya ve Bulgaristan’dan da güçlü aşırı sağ grupların parlamento yolunda olduklarını göstermekte. AB çevrelerinin üzerinde durdukları en büyük tehlike ise tüm aşırı sağcı grupların parlamentoda bilhassa AB’nin varlığıyla alakalı temel konularda aralarında iş birliği yaparak çalışmaları kilitlemeleri veya yanlış yönlere sevk etmeleri. Duyarlı çevreler bu tehlikeye işaret etmekle birlikte herhangi bir çözüm yolu bulmakta zorlanıyorlar.

 

Her seçimin kendine has, tarihi ehemmiyetini öne çıkaracak bir yönü mutlaka vardır. Bu bağlamda önümüzdeki AP seçimlerinin AB’nin varlığı ve geleceği açısından hayati önemde olduğu açıkça görülmektedir.

Almanya'da Türkiye kökenli Alman vatandaşları tarafından oluşturulan kısa adı DAVA olan "Demokratische Allianz für Vielfalt und Aufbruch (Çeşitlilik ve Uyanış için Demokratik İttifak) adlı siyasi oluşum Avrupa Parlamentosunda (AP) söz sahibi olmak için çalışmalarını hızlandırdı. Avrupa Laleliler Düşünce Kuruluşu Başkan Yardımcısı ve DAVA Yönetim Kurulu üyesi Çetin Yazıcı’nın öncülüğünde, Fürth First Class salonunda DAVA Partisinin kuruluş amaçları ve hedeflerinin anlatıldığı bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Toplantıya, DAVA Partisini Genel Başkan Teyfik Özcan, AP Milletvekili Adayı Av. Fatih Zingal, Almanya Federal Liyakat Nişanı sahibi Dr. Ali İhsan Ünlü, Hakan Ural, DİTİB Fürth Başkanı Refet Avcı, STK temsilcileri, kanaat önderleri katıldı.


Toplantının açılış konuşmasını yapan Çetin Yazıcı şunları söyledi: “Almanya'da göçmen kökenli kitleye hitap eden partilerin ortaya çıkması hem olumlu hem de eleştirilen sonuçları beraberinde getirmiştir. Genellikle göçmenlerin öncelikli ihtiyaçlarına odaklanarak politika belirlemiş olsalar da çeşitli eleştirilere maruz kalmışlardır. DAVA, Almanya’daki siyasi boşluğu doldurmayı hedefliyor’ ’dedi.


BİZ TARİH YAZIYORUZ
DAVA Genel Başkanı Teyfik Özcan, “Almanya’da yaşayan toplumun her kesimine hitap eden siyasi bir parti olarak yola çıkmış olan DAVA partisi, Almanya’daki Türk ve Müslüman toplumun aynı zamanda tüm azınlıklar sesi olacağı gibi muhafazakâr Almanları da kucaklayan parti olacaktır. Birlikte güçlüyüz sloganıyla faaliyet gösteren DAVA partisi faklı kökenlerden gelen göçmenlerden oluşmaktadır. Biz Almanya’da yaşıyoruz, çocuklarımız burada doğdu ve Almanya’da bizim vatanımız diyenlerin geleceğini düşünerek çalışma yapan DAVA, Almanya’nın refahı mutluluğu için yola çıkmış, siyasetten umudunu kesmiş toplum kesimlerini birleştiren köprü görevini üstlenmiş tarih yazan partiyiz” dedi.


GELENEKSEL AİLE YAPISINA ÇOK ÖNEM VERİYORUZ
Ana okullarında çocuklara oda ayarlayalım ve kendi cinsiyetini öğrenilmesi durumuna karşıyız. 4 ve 5 yaşındaki çocuklara seks organlarını öğretmek yerine Almanca öğrensinler. Ludwigshafen de Almancası yeterli olmayan146 öğrenciden 44 tanesi birinci sınıfta kalıyor. Almanya’da her yıl 50-60 bin çocuk diplomayı almadan okulu terk ediyor. Bu Alman ekonomisi için iyi değil.Biz bunu değiştirmek için çözümler üretmek istemiyoruz.


KARALAMALAR DEVAM ETMEKTE
DAVA Partisi kurulduğundan bugüne kadar, Alman siyasetçilerin iftiralarıyla, Alman bürokrasisiyle uğraşmaktan, adaylarımızın daha önce UID ’de ve DİTİB ’de görev yapmalarını göz önüne alarak Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kurdurulan Erdoğan uzantısı bir partidir diye yalan yanlış haberler yapan Alman medya ile karşı karşıya gelmemizden çalışmalarımızı hızlandıramıyoruz. DAVA içerisinde AKP ile bazı konularda aynı nokta düşüncelerimiz olabilir fakat AKP’ya yakın kuruluş olarak tanımlamak ters ve yanlıştır.


ÖN YARGILAR NEDENİYLE BANKALAR HESABI AÇMIYOR
Siyasi kararlar nedeniyle DAVA Partisine yönelik ön yargılar devam ettiğinden 4 aydır DAVA partisine hiçbir Banka hesap açmıyor. İki hafta önce hesap açarım diyen bir Sparkasse, perşembe günü hesap açtı ve yapılan baskılar yüzünden pazartesi günü kapattı. Bize maddi destek vermek isteyen kişi ve kuruluşlar olmasına rağmen banka hesabımız olmadığından reklamlara giremiyoruz, çalışmalarımızı hızlandıramıyoruz.


SORUNLARIMIZI EMİR ALMADAN ÇÖZEBİLİRİZ
Almanya’ya 62 yıl önce gelmiş olan vatandaşlarımızın çocukları sanattan, sağlığa, hukuktan spora çok alanda başarılara imza attığını söyleyen Özcan, “Almanya’nın siyasetinde çok zayıfız ifadesini kullandı. Burada başarılı siyasetçiler yetiştirirsek, sorunlarımızın çözümü için Türkiye’den emir almamız mı gerekiyor? Almanya’da biz nitelikli bir toplumuz ve Türkiye dahil herhangi bir başka ülkeden talimat almadan kendi sorunlarımızı kendimiz çözebiliriz. Almanya’da önceki kurulan göçmen partilerden farkımız bizi büyük sivil tolum kuruluşları destekliyor. AP milletvekili seçimlerine katılmamız için 4 bin imza gerekiyordu biz 14 bin imza topladık. Buda gösteriyor ki, biz doğru yoldayız ve bizi destekleyenlerin sayısının her geçen gün çoğalmasından Alman siyasetçiler rahatsız oluyor” dedi.

 İlhan BABA/NÜRNBERG

 

 

 

 

Avrupalı Türkler Cumhurbaşkanımızdan cevap bekliyor. Seçimler üzerinden bir yıl geçti. Cumhurbaşkanımızın vermiş olduğu bu sözlerin uygulanmasını istiyoruz diyen 55 yıllık gurbetçi emekli olan Yozgatlı Bünyamin Koçak ve Aydın Öztürk gazeteci Doğan Tufan’a konuştular.
‘Yurtdışında yaşayan emekliler olarak 260’ imzalı dilekçemizi Gümrük ve Ticaret Bakanlığına gönderdik.


Bizler Yurtdışında yaşayan emekliler olarak 01/01/2024 tarihinden sonra 4 yıl araçlarını ülkemize bırakabilmemize müsade edildi’ dediler.
Avrupalı Türkler hâlâ "Tüv" konusu ne olacak? diye soruyorlar.
2023'ün son günlerinde "Müjde, gurbetçiler yabancı plakalı araçlarını Türkiye'de artık 4 yıl bırakabilecek" konusu gündeme geldi. Türkiye'de yapılacak yeni düzenlemeyle değişikliğe gidileceği, daha önce 2 yıl olan sürenin 4 yıla çıkarılacağı açıklandı. Herkes sevindi, sosyal medya bu paylaşımlarla çalkalandı. Ancak kısa süre sonra gurbetçiler olayın detaylarını gördükçe soru sormaya başladılar.



Öncelikle bu uygulama sadece emekli gurbetçiler için geçerli. Ve sadece 1 kereye mahsus geçerli. Ayrıca herkes haklı olarak "Aracın bakım süresi (TÜV) dolduğunda ne olacak?" diye sormaya başladı. Sonuçta Avrupa Birliği ülkesine bağlı araçların en geç 1 veya 2 yıl içinde yeniden bakıma girmesi ve TÜV plaketi alması gerekiyor. Ve bu TÜV plaketi de Türkiye'de alınamıyor. (İzin verilmiyor) Süre geçmesi durumunda araçla trafiğe çıkmamak gerekiyor. Hem cezası var, hem de bir kaza olması durumda sigorta sizi kusurlu bulabiliyor.

Bu durumda bir gurbetçinin aracını 4 yıl aralıksız Türkiye'de bırakması mantıksız. Bir yıl oldu ancak henüz bu sorunun nasıl çözüleceği konusunda resmi bir açıklama gelmedi. Bir de gurbetçilere soralım, siz bu şartlarda aracınızı Türkiye'de 4 yıl bırakacak mısınız?

TÜV konusunda bir gelişme yok. Dört yıl sonra dönüşlerimizde Avrupa Birliği ülkeleri tarafından muayenesiz araç kullandığımızdan dolayı araçlarımıza cezalar yazılır trafikden men edilir. Vatandaşlarımız çok mağdur olur.”
Yurtdışında bir ömür geçirmiş emekli olmuş bizler için bir defaya mahsus özel araçlarımızı gümrüksüz getirmemize izin verilmesini bu mağduriyetlerimize son verilmesini Cumhurbaşkanımızdan istediler.



Öte yandan Vatandaşlarımız,
www.turkiye.gov.tr adresinde yer alan "Yurt Dışında Yerleşiklik Sorgulama" hizmetini kullanarak sorgulayabilir. Ayrıca yurda giriş çıkış işlemlerine ilişkin bilgiler de yine turkiye.gov.tradresinden “Yurda Giriş/Çıkış Belge Sorgulama” hizmeti kullanılarak sorgulanabilir.


Resim:Doğan TUFAN

 

Ein außergewöhnliches Jubiläum wurde zu Beginn der jüngsten Stadtratssitzung gefeiert. Altbürgermeister Dr. Adolf Bauer ist seit 1984 - ohne Unterbrechung - Mitglied des Würzburger Stadtrats und feiert somit in diesem Jahr ein seltenes Jubiläum im kommunalpolitischen Ehrenamt. 40 Jahre - so lange sind die jüngeren Kolleginnen und Kollegen im Stadtrat noch gar nicht geboren.

 

Oberbürgermeister Christian Schuchardt lobte und dankte in einer persönlichen Rede seinem direkten „Vorgänger im Amt“ und stellte damit die sechs Monate besonders heraus, als der ehrenamtliche Bürgermeister stellvertretend für den in den Landtag gewählten Oberbürgermeister Georg Rosenthal die Geschicke der Stadt kommissarisch leitete.

 

Fast ein Vierteljahrhundert diente Dr. Bauer der Stadt als ehrenamtlicher Bürgermeister. „In dieser Funktion hast Du nicht nur eine akribische, menschliche, souveräne und verlässliche Arbeit abgeliefert, sondern auch die Geselligkeit gesucht“, würdigte Schuchardt die große Freude an persönlichen Begegnungen beispielsweise auch im Zeichen der internationalen Städtepartnerschaften Würzburgs. Bodenhaftung und eine große Sensibilität für die Themen der „kleinen Leute“ seien Dr. Bauer in die Wiege gelegt.

 

Der Altbürgermeister, der auch beruflich und in weiteren Ehrenämtern oder als Stifter für viel Konstanz stand und steht, hat bereits zahlreiche Auszeichnungen erhalten, darunter das Bundesverdienstkreuz, den päpstlichen Gregorius-Orden oder die Kommunale Verdienstmedaille – und natürlich nahezu allen denkbaren Ehrungen der Stadt Würzburg. Für 40 Jahre Einsatz gab es nun eine Auszeichnung zum Genießen. Die Stadt wird ihm und Gattin Doris in der Türmerstube im Grafeneckart eine fränkische Brotzeit mit Aussicht servieren.

 

Kommunalpolitiker mit seltener Ausdauer und ansteckender Freude an der Arbeit: Altbürgermeister Dr. Adolf Bauer, Gattin Doris und Oberbürgermeister Christian Schuchardt bei der Ehrung im Ratssaal. Foto: Georg Wagenbrenner

 

FREIEN WÄHLERN ist wichtig, pragmatisch und ideologiefrei zu handeln. Christine Singer, als Spitzenkandidatin der FREIEN WÄHLER lehnt jegliche Extreme in politischen, sozialen, kulturellen oder religiösen Ebenen ab. Christine Singer (57 Jahre) zum Wahlprogramm der FREIEN WÄHLER, „Wir verstehen uns als Verteidiger einer vielfältigen Gesellschaft und fördern daher das Miteinander und bürgerschaftliches Engagement. Es ist unser stetiges Streben, Menschen zusammenzubringen und ihnen Gehör zu verschaffen.“. Angesichts der aktuellen Herausforderungen sollen die besten Lösungen umgesetzt werden. Der Zersplitterung der Gesellschaft treten die FREIEN WÄHLER daher aktiv entgegen und verstehen sich als Bewahrer der freiheitlich-demokratischen Ordnung in Deutschland und Europa.


Christine Singer „Wir stehen zu mehr Eigenverantwortung in unserer Gesellschaft. Wir treten der Spaltung der Gesellschaft entgegen und stehen für eine respektvolle Debattenkultur.“ Dies, so ergänzt Singer, gilt auch für die Sozialen Medien.
Der Anspruch der FREIEN WÄHLER ist ein freiheitliches Europa, das sich pragmatisch und ideologiefrei der Herausforderungen der Gegenwart und Zukunft annimmt. Ein Europa, das sich als Diener seines Souveräns, der Menschen, versteht und ihr Wohlergehen in den Mittelpunkt rückt. Grundwerte wie Demokratie, Rechtsstaatlichkeit, Menschenrechte, Pressefreiheit oder das Recht auf freie Meinungsäußerung sind für die FREIEN WÄHLER nicht verhandelbar. Die Achtung und Förderung dieser Werte werden wir auf europäischer Ebene von allen Mitgliedsstaaten und Beitrittskandidaten einfordern.

 

Kısa adı ABTTF olan Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu genel Başkanı Halit Habip Oğlu basına verdiği bilgide,

Lozan Antlaşması ile teminat altına alınan ve 1923’ten 1977’ye kadar iyi işleyen eğitim özerkliğimizi tek taraflı yasa ve uygulamalarla ihlal ederek antlaşmaya uymayan ülkemizin ta kendisi! Ülkemiz eğitim özerkliğimizi iade etmesi halinde mevcut tüm sorunlar zaten kendiliğinden çözülecek.”

 

Doğu Makedonya-Trakya Eyaleti Eğitim Müdür Vekili Meri Kosmidu, Batı Trakya Türk toplumunun eğitimi hakkında Türkçe ve Yunanca dillerinde bir makale kaleme aldı. 

 

Gündem gazetesinin haberine göre, “Azınlık eğitimi ile ilgili beş gerçek” başlıklı basına gönderdiği makalesinde Kosmidu, Batı Trakya bölgesinde faaliyet gösteren devlet ve azınlık okulları ile bu okullarda öğrenim gören öğrenci sayısı, kapatılan okullar konusu, devlet ve azınlık okullarındaki öğrenci ve derslik sayıları, azınlık okullarının giderleri ile taşımalı eğitim için devlet bütçesinden harcanan paralar konusuna değiniyor.

 

Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu Başkanı Halit Habip Oğlu (ABTTF), yayınladığı basın bildirisinde, Batı Trakya Türk toplumunun eğitim özerkliğini yok sayan Kosmidu’nun tümüyle devletin resmi görüşünü yansıtan ve Türk toplumunun kurum ve kuruluşlarının eğitimle ilgili taleplerine hiçbir şekilde yer vermeyen makalesine doğrudan yanıt verdi.

 

Birinci gerçek: Kosmidu, Batı Trakya’da din ayrımı yapılmaksızın 15.250 öğrencinin öğrenim gördüğü 311 devlet ilkokulunun bulunduğunu, Lozan Antlaşması ve ilgili eğitim protokollerinin hükümleri çerçevesinde Rodop ilinde 47, İskeçe ilinde 34 ve Meriç ilinde 9 olmak üzere toplam 90 azınlık ilkokulunun faaliyette olduğunu ve bu ilkokullarda toplam 3.255 öğrencinin öğrenim gördüğünü ifade ediyor.

 

Habip Oğlu: “1923 Lozan Antlaşması uyarınca eğitim özerkliğine sahip olmamıza rağmen 1972 yılından itibaren tek taraflı yasa ve genelgelerle eğitim özerkliğimiz gasp edildi. 1977’ye kadar iki dilli okullarımızda Türkçe dersler için öğretmenlerin maaşı velilerin seçtiği encümen heyetleri tarafından ödeniyordu. Hatta ülkemizde askeri cuntanın iktidarda olduğu 1967-1974 arası dönemde bile bu böyleydi.”

 

İkinci gerçek: Kosmidu, Yunanistan’ın diğer kesimlerinde olduğu gibi Batı Trakya bölgesinde de nüfusun azalmakta olduğunu belirterek, buna bağlı olarak öğrenci sayısının da azalmakta olduğunu, öğrenci olmadan okulun da olamayacağını, dolayısıyla kritik sayılan öğrenci sayısının altında olan okulların gereken asgari öğrenci sayısına sahip olunabilmesi için birleştirildiğini kaydediyor. 

 

Habip Oğlu: “Demografik gerileme sadece ülkemizde değil Avrupa Birliği üyesi diğer ülkeler ve komşu ülkelerde de görülen önemli bir sorun ancak Batı Trakya’da köylerimizdeki ilkokullarımızda öğrenci sayısının az olmasının ana nedeni buralardaki nüfusun azalması değil velilerin devlet okullarını tercih etmeleridir. Bu tercihin nedeni de özerk olan okullarımızın devletin kontrolüne geçmesi ile okullarımızdaki eğitim kalitesinin düşmesinden kaynaklanmaktadır.”

 

Üçüncü gerçek: Kosmidu, azınlık eğitiminin birçok ayrıcalığa sahip olduğunu, örneğin devlet okulları için okul faaliyetlerinin askıya alınma sınırının derslik başına bir öğretmen ve toplamda 15 öğrenci iken azınlık okulları için sınırın ise derslik başına iki öğretmen ve toplamda 9 öğrenci olduğunu not ederek, böylece birçok azınlık okulunun faaliyetlerine ara verilmesi gerekirken bu okulların hala faaliyette olduğunu iddia ediyor.

 

Habip Oğlu: “Evet, okullarımızda hem ana dilimiz hem de ülkemizin dilinde yani iki dilli eğitim verilmesi gibi azınlık eğitimi birçok ayrıcalığa sahip. Şayet ülkemiz eğitim özerkliğimizi iade etmiş olsaydı okullarımızdaki öğrenci sayısı ve dolayısıyla derslik sayısı artacaktı.”

 

Dördüncü gerçek: Kosmidu, azınlık okullarına ayrıcalıklı muamele yapılması nedeniyle 2023 yılında 19 devlet okulunun faaliyetleri askıya alınırken aynı dönemde yalnızca 9 azınlık okulunun faaliyetlerinin askıya alındığını belirterek, (Batı) Trakya’daki azınlık okullarının %70’inin küçük azınlık okulu, devlet okullarının ise sadece %7’sinin küçük devlet okulu olduğunu ifade ediyor.

 

Habip Oğlu: “Eğitim özerkliğimizin gasp edildiği ve okullarımızın devletin kontrolüne geçtiği 1977 yılından beri köylerimizdeki ilkokullarımızda öğrenci sayısı sürekli düşmekte. Bundan başka nüfusun çoğunluğunu oluşturduğumuz Rodop ilinde ve nüfusun yaklaşık yarısını oluşturduğumuz İskeçe ilinde tek bir Türk anaokulu bulunmuyor. Bu iki ilin her birindeki devlet anaokulu sayısı ise 141. Yine Rodop ilinde 25, İskeçe ilinde 32 devlet ortaokulu ve lisesine karşılık bu iki ilde sadece birer tane Türk azınlık ortaokulu ve lisesi var. Bölgemiz genelinde 2003 yılında 226 ilkokulumuz varken 2023-2024 eğitim ve öğretim yılında bu sayı 90’a düşmüş durumda. Devlet yıllardır dile getirdiğimiz haklı talebimizi duyup eğitim özerkliğimizi iade etmiş olsaydı okullarımızdaki derslikler dolar, bu iki ildeki nüfus oranı ile doğru orantılı olarak okullarımız devlet okullarından daha fazla olurdu.”

 

Beşinci gerçek: Kosmidu, Yunan devletinin azınlığa mensup öğrencilerin taşıma masraflarını ve azınlık okullarının temizlik dahil işletme masraflarını tümüyle üstlendiğini ancak bu finansmanın üyeleri öğrenci velileri olan ve yine onlar tarafından seçilen ilgili encümen heyetleri tarafından yönetildiğini not ederek, bu durumun azınlık okullarının donanımı üzerinde de açık bir etkisinin olduğunu ve sonuçta bazı azınlık okullarını donanım açısından devlet okullarından daha üstün kıldığını ileri sürüyor. Yunanistan’ın Lozan Antlaşması’na ve eğitim protokollerine tam saygıyla uyduğunu ve azınlık eğitimi için azınlığın hak ettiği etkileyici derecede ayrıcalıklı bir destek çerçevesi oluşturduğunu iddia eden Kosmidu, ister devlet okulunda ister azınlık okulunda olsun tüm çocuklara beceri ve yeteneklerini geliştirebilecekleri için en iyi ortamı sunmak zorunda olduklarını ifade ediyor.

 

Habip Oğlu: “Kosmidu’nun ilkokullarımızın donanımını devlet okullarınınkiyle karşılaştırması tümüyle abes ve mantık dışı. Lozan Antlaşması ile teminat altına alınan ve 1923’ten 1977’ye kadar iyi işleyen eğitim özerkliğimizi tek taraflı yasa ve uygulamalarla ihlal ederek antlaşmaya uymayan ülkemizin ta kendisi! Ülkemiz eğitim özerkliğimizi iade etmesi halinde mevcut tüm sorunlar zaten kendiliğinden çözülecek. Kosmidu, önemli olanın sadece çocuklar ve onların geleceği olduğunu ve öğrencilerin kimliğine saygı duyulması gerektiğini söylüyor. Kosmidu’dan bunu makam sahibi olarak sözde değil uygulamada göstermesini bekliyor, öğrencilerin kimliğine tam saygının gösterildiği, iki dilli eğitimin mükemmel şekilde uygulandığı Almanya-Danimarka sınır bölgesindeki azınlık eğitim modelini iyi örnek olarak incelemesini kendisine tavsiye ediyoruz.